Küresel Isınma Turizmi Baltalıyor


  • 01.10.2016

    Gelecek zamanlarda, dünya tarihini gözden geçirenlerin, yaşadığımız bu yılları okuduklarında yani bizim tarihimize baktıklarında, gördükleri manzara karşısında, “O dönemin en gelişmiş bilgilerine, en ileri teknolojilerine sahip olmalarına rağmen kullanamadılar, değerlendiremediler, pek yazık!. Dünyayı, doğayı ve birbirlerini adeta yok ettiler, tükettiler!..” demelerini hiç birimiz istemeyiz sanıyorum.

    Bizler bugün, yüz hatta elli yıl öncesine göre çok farklı ve iyi bir zaman diliminde yaşıyoruz. İklim değişikliğini durduracak tüm bilgi ve teknoloji elimizin altında. Tek bir şeye hükmedemiyoruz; egomuza ve hırsımıza!..
     
    Doğa sevgimi, çeşitli söyleşilerimde ve konferanslarımda defalarca dile getirmiş, hatta “Önemsiyorum Öneriyorum” kitabımda aynı konu için, “Doğa benim için sayısı az olan sihirli kelimelerden biridir. Biriciktir. Başka bir kelime onun içerdiği genişlikte yani kainatın sonsuzluğunu da anlamı içinde veremez. Tüm varlıkların, eşyaların, var olan her şeyin, dünya ve kainatın anlamı bu kelime içindedir,” satırlarına yer vermiştim.
     
    Zaman hızla geçiyor. Yaşadığım her gün dünyamızın ve doğanın kötüye doğru gidişinden daha doğrusu götürülüşünden hiç bir şekilde geri adım atılmadığını üzülerek görüyorum. O nedenle, bir kez daha, hatırlamak ve hatırlatmak adına, doğayı koruyamamanın yakın gelecekteki sonuçlarından söz etmek istiyorum.
     
    Bugün her ülkeden iklim bilimciler, dünya ikliminde ciddi bir bozulmanın olduğunu kabul etmektedirler. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde “Çok olumsuz sonuçlar yaşanacağı” gerçeğini kesin bir dille duyurmaktalar.
     
    Küresel iklim değişikliğinin ilk adımları 1800’lü yıllarda, sanayi devrimi ile atılmıştır. 20. Yüzyıla gelindiğinde de, kömür ve petrol ağırlıklı yakıtların kullanımı sonucu aşırı miktarlarda karbondioksit atmosfere salınmış; metan, ozon, nitrojen oksit gibi gazların hızla artmasıyla da meydana gelen sera gazları etkisi, yeryüzünün ısısını aşırı düzeylere yükseltmiştir.
     
    Sera gazı birikimlerinin artmasına en başta fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma, insanların bazı etkinlikleri yol açmıştır. Sera gazlarının seviyesi, doğanın kabul edebileceğinin “Bin” katı daha hızlı artmaktadır. Şiddetli kasırgaların sayısı gözle görülür şekilde çoğalırken, biyolojik çeşitlilik hızla azalmaktadır. 1974 yılından günümüze kadar, karasal canlı türlerinde %31, denizlerdeki canlı türlerinde de %27 düşüş gözlenmiştir.
     
    “IPCC – Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli” nin raporuna göre, önümüzdeki yüzyılda Kuzey Avrupa aşırı ısınacak ve 2030-2050’li yıllarda kuzey buzullarının tamamen erimesi sonucu deniz seviyesi 59 cm. Yükselecektir. Sıcaklıklar ve yağışlardaki anormal değişkenlikten Avrupa ve Türkiye’de   bir çok sektör olumsuz  yönde etkilenecektir. 
     
    Bu sonuçlara baktığımızda, kuraklık bakımından ülkemiz büyük bir risk altındadır.  Su stresi yaşayacağız ve içme, kullanma, tarımsal sulama için yeterli su bulmakta zorlanacağız. Kuraklık ve çölleşme, orman yangınları, arazi kullanımlarının değişmesi ve bunlara bağlı göçler ile nüfus hareketliliği iklim değişikliğinin olası etkilerindendir. Yağışlardaki düzensizlikler sonucu akarsuların rejimleri değişecek, buna bağlı olarak da hidroelektrik santrallerinin üretimi düşecektir.
     
    İklim değişiklikleri hayvan ve bitkilerin doğal yaşam alanlarını değişime zorlayacaktır. Deniz ekosistemleri, biyolojik çeşitlilik, kıyı çizgileri doğrudan zarar görecek, tüm bu değişiklikler beraberinde ekonomik zorlukları ve sıkıntıları getirirken olası fakirleşmeye neden olacaktır. Yok olan su kaynakları, Kurumuş nehir yatakları sonucu zorlaşan yaşam koşulları istenmeyen savaşlara bile neden olabilecektir.
     
    Küresel ısınma ve iklim değişikliği daha bugünden başta turizm ve tarım olmak üzere, sanayide ve hizmet sektöründe ülke ekonomisi farklı oranlarda olumsuz olarak etkilenmektedir. “Bacasız Sanayi” olarak da tanımlanan turizm, önemli bir ekonomik gelir ve güçtür.  Turizm hava, güneş, dağlar, göller, akarsular gibi üretimi için bedel ödemeden, doğanın bize sunduğu kaynakları ekonomik değere dönüştürür. Öte yandan, sanayi, hizmet ve tarım sektörlerine artı değer katar.
     
    Ancak turizm çok kırılgan bir sektördür. İklim değişikliğinin doğrudan etkisi altındadır. Bu açıdan riskli bir ülkeyiz. Sözünü ettiğim değişiklikler yaşandığında  önce plajlar sular altında kalacaktır. Su kaynaklarının azalmasının neden olduğu kuraklık, çölleşme ve orman yangınları, deniz seviyesindeki değişiklikler ile turizm canlılığını yitirecek, turizm merkezlerindeki değişimleri de beraberinde getirecektir.
     
    Ekonomisi büyük ölçüde turizme bağlı Türkiye’de, iklim değişikliğinin turizm sektörüne olumsuz etkileri henüz yeterince anlaşılamamıştır. AKTOB – Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği’nin araştırmalarına göre, ülke ekonomisine katkısı olan dört büyük sektörden biri olan turizmde meydana gelen “1 birim”lik gelir Türk ekonomisine “2 birim”lik canlanma yaratıyor ve turizm girdi alımları ile 54 sektörü doğrudan etkiliyor.
     
    Son yıllarda “İklim Adaleti” kavramı kullanılmaya başlandı. Bu kavram özetle, iklim değişikliği sorununu yaratan üretim, tüketim ve ticaret biçimlerini ele alıyor, değişmesi gereğini vurguluyor. Örneğin, uzak doğu ülkeleri özellikle Japonya, Filipinler ve Bangladeş’ de 2050 yılında 30 milyon kişi seller, erozyon ve içme suları kirliliği nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalacaklar.
     
    Dünya ekonomisinin gereği olarak insanlığın geleceği ve etkin anlayışı kapsamında iklim değişikliği daha ciddi tartışılmalı ve net sonuçlara bağlanmalıdır. Şu anda görülen global düzeyde bir  “Uyku” halidir. Oysaki iklim değişikliğini ancak birlik, anlayış içerisinde ve küçük hesapların ötesinde düşünerek azaltabilir ya da durdurabiliriz.
     
    Şu bir gerçek ki, dünyanın öncelikli sorunu “Doğanın Korunması” ve “İklim Değişikliğinin Durdurulması”dır. Bu bir insanlık görevidir.